1 Ağustos 2015 Cumartesi

İnkâr Korkusundan Teslimiyete: "Sürecin" Çözücü Dili Üzerine / Doç. Dr.Mehmet Akif Okur

Türkiye, yaklaşık son üç senede adı hususunda bile mutabık kalamadığımız "Sürec"i rafa kaldırırken bir muhasebe yapmaya da çalışıyor. Evlerimizi her gün yeni şehit haberleriyle mateme gark eden terör dalgası karşısında güvenlik kalkanını omuzlamak mecburiyetinde kalan Ankara'nın önce sıcak krizi atlatmasını sağlayacak bir krokiye, ardından ise "Sürec"i başarısızlığa sürükleyen sebeplerin kapsamlı tahliline dayalı ayrıntılı bir yol haritasına ihtiyacı var.

Nitekim, medya ve siyaset üzerinden yürüyen tartışmalara baktığımızda bu doğrultuda bir hareketlenmenin yaşandığını görüyoruz. Ancak, henüz duygusal/siyasi "reaksiyonların" ötesinde metodik derinliğe sahip önerilerin aleniyet kazandığını söylemek zor. Bu çerçevede, eski politikanın temel mantığını savunurken problemin yalnızca kötü uygulamadan kaynaklandığını  ileri sürenleri de reaksiyon parantezi içine yerleştirdiğimizi belirtelim. Mesela; İngiltere'nin IRA, İspanya'nın ETA vb deneyimlerine ait hatıra ve takvimleri referans alan kimi eleştiriler, "prosedür" düzeyinde sorunlar yüzünden Sürecin tıkandığı zannından hareket ediyorlar. Oysa ihtiyaç duyduğumuz şey; daha ileri bir derinlikten, bize mahsus "yapısal" özellikleri merkeze alarak bahse konu örnekleri sorgulayacak ve karşımızdaki problemle kıyaslanabilir sonuçlar çıkarmamıza imkan verecek bir zihnî süreç. Örneğin IRA meselesine baktığında; Türkiye ve İngiltere'nin dünya sisteminin güç hiyerarşisi içindeki birbirinden uzak konumlarını, Kuzey İrlanda'nın özel statüsünü ve çatışmanın iki taraflı değil üçlü karakterini vb de görüp değerlendirecek bir perspektife sahip olabilmeliyiz. Bu sayede, Süreç deneyimlerinin yüzeyden bakıldığında aktarılabilir gözükürken yakından incelendiğinde değişik meselelere ait bağlamlarda aksi istikamette neticeler doğuracağı anlaşılabilen tabiatlarını keşfedebiliriz. 

İşaret ettiğimiz zihni yaklaşım; yürümek mecburiyetinde olduğumuz yeni yolun taşlarını, son durağında bizi tarifsiz acılara garkeden eski güzergahtakinden farklı bir mantıkla döşememiz gerektiğini ihtar ediyor. Meselemizi çözecek bir "yeni yol" teklifine dair temel mantığın sistematik tasviri, bu yazının konusu değil. Henüz, kamuoyunun "ne yanlış gitti?" sorusunun etrafında dolaştığı günlerdeyiz. Karşımızdaki problemin en kolay anlaşılabilen/anlatılabilen güvenlik boyutuyla ilgili değerlendirmeler dikkatleri öncelikle celbediyor. Ancak, üzerinde kafa yorulması gereken hususlar sert güvenlikle sınırlı değil. PKK'yı eskiye nisbetle daha güçlü ve pervasız bir terör örgütü haline getiren "Çözüm/Çözülme Süreci"ne ait parametrelerin yapı söküme tabi tutularak eleştirilmeleri, yeni yolun inşâsı için gerekli ilk uğrak olarak karşımızda duruyor.

Başlangıç olmak üzere, Sürecin yaygınlaştırdığı siyasi dilin sorunlarına bir-iki örnek üzerinden dikkat çekmek istiyorum. Bunlar, "inkârcılık" ithamından kurtulma kaygısının Sürecin söylem çatısını nasıl Kürt milliyetçiliğinin diline teslim ettiğini gösteriyor. Meramımı, daha önce Kürdinsan /Kürdistan kavram çiftiyle formülleştirmeye çalıştığım ikilem üzerinden anlatmaya çalışacağım(Kürdinsan’ı ilk kullanan kişi Vahdettin İnce. Ancak,bu  ifadeye atfettiğimiz anlamlar arasında farklılıklar var). Bunlardan ilki bir etnik kimliğe sahip olma halini, ikincisi ise söz konusu kimliği merkeze alan milliyetçi bir siyasi projeyi simgeliyor. Süreçte esas alınan temel varsayımlardan biri; Kürdinsana ait kimlik tezahürlerinin kamusal alandan dışlanması sebebiyle Kürdistan projesinin güç kazandığı iddiasıydı. Öyleyse, Kürdinsanın kimliğini onaylayıp görünür kılan bir söylem stratejisi, Kürdistan talebini zayıflatacaktı. Fakat, Süreç bu varsayımı doğrulamadığı gibi, Kürdistan projesini savunan siyasi aktörlerin eskisinden de fazla kuvvetlenmesine sebep oldu. 

Bu manzaranın oluşmasında, devletin bölgedeki güvenlik tekelini esnetişinden ülke genelindeki siyasi kutuplaşmanın şiddetine kadar bir dizi faktörle birlikte Süreçte uygulanan söylem stratejisi de etkili oldu. Bu strateji, etnik kimliği görünür kılarak olumladıktan sonra ülkenin kalan kısmıyla ortaklıkları vurgulayan bir seyir izlemedi. Bu yönde girişimler olduysa da, "red ve inkâr" ithamından kurtulmak için Kürdistan projesinin sahipleriyle yürütülen rekabet Kürt milliyetçiliğinin söylemine "teslimiyet" ile son buldu. PKK ile yaşadığımız çatışmanın temel dinamiklerine dair yanlış kabullerin parametrelerini çizdiği "siyasi doğruculuk", Kürt kökenli vatandaşlarımızı etnisite esasında siyasallaşmaları için teşvik eden bir söylemi yaygınlaştırıp doğallaştırdı.

Çok göz önünde, Sürecin adeta sloganına dönüşmüş bir örnek verelim: "Türk-Kürt Barışı". Bu ifade, Sürecin sonlandırma iddiasını taşıdığı çatışmayı etnisite merkezli olarak tarif ediyor. Zira, Savaş, ancak kimliğe dayalı husumet sebebiyle Türkler ve Kürtler arasında  köylerde, mahallelerde vb yaşanmış ise Barış da bunlar arasında tesis edilebilir. Örneğin, Boşnak-Sırp Savaşı/Barışı anlamlı bir ifade. Fakat, Türkiye'de PKK terörünün yol açtığı çatışmanın bir etnisiteler savaşı olduğu hükmü gerçeği yansıtmıyor. Türkiye'deki çatışma, devletle örgüt arasındaydı. PKK tüm Kürtleri temsil etmiyor ve kurucu kadrosundan başlayarak Kürt olmayanlara da dayanıyordu.Türkiye ise etnik, yani belirli bir etnisiteye (örneğin Türkmenlere) diğerleri üzerinde yönetme imtiyazı tanıyan bir devlet değildi. Nitekim Türkiye'nin Kürt kökenli vatandaşlarının büyük bölümü, PKK terörüne karşı devleti destekledi. Bu gerçeğe rağmen, Barış temasının sürekli etnik aidiyetler üzerinden konuşulması, çatışmanın tarihinin de geçmişe ve geleceğe doğru zihinlerde yeniden yazılmasına yol açtı. Terörle mücadelenin en çetin dönemlerinde PKK'ya küçük bir sempati bile duymayan geniş Kürt kitle, devlet eliyle Öcalan'ın yüceltilişini ve PKK'nın dağa çıkış gerekçelerini makulleştiren yeni siyasi dili önce tepkiyle karşıladı. Ardından da kendisini sorgulamaya başladı. PKK'ya hiçbir zaman Kürt etnisitesinin temsilcisi nazarıyla bakmamışlardı. Bu yüzden, devletin yanında saf tutuşlarını da "Kürtlüğe karşı bir tavır" saymamışlar, Anadolu mayasının gereği birlik-beraberliğe verilen destek olarak  anlamlandırmışlardı. İlk şok ve kızgınlık, zamanla yerini yeni durumun kabullenilişine bıraktı. PKK bağlantılı siyaset karşısındaki refleksler sönmeye başladı. Devletin "Çözüm" dediği şey, Kürdinsanın kalbini örgüt propagandasına kapalı tutan düğümleri "Çözdü" ve Kürdistan'a doğru çevirdi. Bu noktada, müstakil  bir yazının konusu olan, benzer nitelikte bir zihnî/psikolojik sarsıntının Türk milletinin geniş kesimlerinde hissedildiğini de belirtelim.”Türk-Kürt Barışı” sözünün bağrında gizlediği zehirli  manayı, terörle mücadeleye dönmek mecburiyetinde kaldığımız şu günlerde kavram karşımıza tersten konulunca daha iyi farkediyoruz: “Türk-Kürt Savaşı”

Süreçte çok yaygın bir diğer ifade, "Türk-Kürt Barışı"nın fonksiyonunu tamamladı: "Kürt Siyaseti/Kürt Siyasi Hareketi". Öncelikle şunu belirtelim; PKK hareketinin siyasi kanadı için kullanılan "Kürt Siyaseti" ampirik gerçekliğe tekabül etmeyen, akademik sınamalardan geçemeyecek toptancı bir tanımlama. Burada, HDP'yi ve bu hareketin daha önceki partilerini göz önüne alarak şunu söylememiz yeterli. Kürtlerin ancak bir bölümü bahsettiğimiz partilere oy veriyor. Söz konusu partilerin seçmenlerinin kayda değer bir kısmı Kürt etnisitesinden gelmiyor. Ayrıca, bu partiler fiilen etnikçilik yapsalar da, resmi metinlerinde bunu reddediyorlar. Kürt milliyetçiliğini daha doğrudan sahiplenen başka oluşumlar mevcut. Ama her nedense bunlar, “Kürt Siyaseti”nden bahsedilirken buharlaşıyor.

Hâl böyle iken "Kürt Siyaseti" kavramını icâd edenler, analitik yönünü değil ideolojik/propagandaya müsait mahiyetini hesap etmiş olmalılar. Atıf yaptığı hareketi milliyetçi olarak işaretlemeden, bir etnisitenin yegâne/hegemonik temsilcisi ilan eden "Kürt Siyaseti" tabiri, Kürt etnisitesinden gelmekle PKK hareketine mensup olmak arasındaki ilişkiyi doğallaştırıyor. Ayrıca, "Türk-Kürt Barışı"nda olduğu gibi, "Kürt Siyaseti"nin ancak dışardan temas edeceği bir "Türk Siyaseti" de tarif etmiş oluyor. Kavramın imâ ettiği beklenti, hâlâ "Türk Siyaseti" çatısı altında kalan Kürdinsanın da zamanla yerini yadırgamaya başlaması ve PKK hareketine yönelmesi.

Başka herhangi bir etnik/milli aidiyetin siyaseti tarif edici niteleme olarak kullanılmasına şiddetle itiraz eden bazı liberal ve İslâmcı çevreler, "Kürt Siyaseti" ifadesini telaffuzdan ise haz alıyorlar. Şüphesiz, kavramın fonksiyonunu dikkatsiz kullanıcıyı rahatsız etmeyen bir doğallıkla ve hizmet ettiği mecrayı doğrudan işaret etmeden icrâ ediş kudretine mâlik oluşu söz konusu rahat tavırda pay sahibi. Ancak mesele,  yalnızca bu masum gerekçeyle izah edilemeyecek Türkiye'deki aydın muhitlerinin sosyolojisi üzerinden değerlendirilmesi gereken boyutlara sahip. 

Son olarak şu noktanın altını bir kez daha çizelim. PKK saldırılarıyla tarihi bir kavşağa sürüklenen Meselemize hâl çâresi olabilecek "yeni bir yol" aranırken şimdiye dek uygulanan pek çok politikanın temel varsayımlarından başlanarak masaya yatırılması gerekiyor. Süreçte kullanılan "dil" de bunlar arasında. Hem unutmamalıyız; dil yâresini andıracak yâre bulunmaz... 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder